11 Temmuz 2008 Cuma
So Long My Friend
Dağıldım yine. Rüyamda gördüm diyordum. Karmakarışık şeyler... Güzel olması gereken yaşadıklarım kötü hissettiriyordu. En çok istediğim belki de, üzüyordu beni içten içe... En çok istediğinin aslında bir takıntıya dönüşmesiydi sanırım. Ele geçirdiğinde anlarsın ya... Hiç de o kadar değilmiş. Çok fazla istediğin bir oyuncağın hayalkırıklığına uğratışı gibi. Kırıcı biraz. Biraz normal. Hayaller kadar güzel olamıyorlar ki. Başına gelmesinden en çok korktuğun şey olur ya bazen de. Hiç de o kadar kötü olmazsın. Atlatırsın. Abarttığın kadar değildir. O da nasıl bir boşluk duygusudur. Üzülmeyi, ağlamayı beklerken. Hiçbir şey hissedemezsin. Ve belki de en kötüsü odur. Hiçbir şey hissedememek. Kendimle çelişiyorum farkındayım. Ama benim de hiçbir şey hissedemediğim zamanlarım var. Öyle boş gözlerle baktığım. Algılarımın kapandığı zamanlar. Ne yapsam zevk vermeyen. Ağzımın tadının kaçtığı zamanalar. Zevksiz... Amaçsız...
Bu yazıyı niye yazıyorum ben de bilmiyorum. Kimseler bilmiyor. Kimseler görmüyor. Ama ben gidiyorum. Belki bu yüzden yazıyorum. Kendi kendime bir hoşça kal yazısı. Çöpe atmak üzere yazılan intihar mektupları gibi. Ben de çok intihar ettim. Ama daha önce hiç gitmemiştim. Şimdi gidiyorum. Zor olucak bu gidiş. Arkamda koca bir sessizlik bırakıcam biliyorum. Müzik sesleri gelmicek... Çığlıklar... kahkahalar... sesim soluğum olmıcak. Garip olucak arkada kalanlar için. belki geri dönerim.
belki geri dönebilirim...
özledim kalabalıklarda rahat dolaşabilmeyi.
kıskanıyorum konuşabilen, konuşurken anlaşabilen insanları.
bir yanım bütün acıları almış kabul etmiş.
bir yanım tüm acıları küçümser olmuş.
bir yandan dinliyorum tüm yaşananları.
bir yandan önemseyip kendime dert ediniyorum.
diğer yandan iteklemek istiyorum. ilerleyin diye.
ilerleyin takılmayın buralarda.
ben ilerleyebilmeyi öğrendiğimden beri hayat garip çünkü. kolay belki. ama garip.
her şeyi bırakmak ardında.
silip atmak kökünden. yaşanmamışlar gibi.
hafiften umursamazlık.. "amaan be"
hayat bu. zor. sıkıyor. bunaltıyor. ama yine de en güzelinden...
ve hayat bu. istediklerinin olmadığı.
amaçlarının yok olduğu.
şansın seni terk ettiği.
yalanlarla. pisliklerle. dolu.
hayat bu... terkedip gitmeye çalıştığın hayat.
senin hayatın ya... nereye gideceksin.
kendini de alacaksın.
saklanamazsın. uzaklaşabilsende.
geciktirebilirsin belki...
belki bu boşlukta yaşlanır pişmanlıkların temellerini atarsın geleceğe.
yapmadıklarından, yapamadıklarından oluşan bir hayat hikayen olur.
iç açıcı olmaz.
yenilirsin.
ve ben gidiyorum.
bunlar benden. kimden. benden işte. ben kimim. ben de bilmiyorum
siz de bilmiyorsunuz.
olsun.
hayat bu. böyle bilinmezlikte geçiyor.
bilinen tek şey gidiyor oluşum.
her şey çok güzel olacak.
bir gün... bir zaman... bir anlığınada olsa...
...inanabiliyorum ben
hoşça kal.
7 Temmuz 2008 Pazartesi
Pioneer to the Falls
Defolup gidicem en sonunda sanırım. Buralar uzak kalıcak. Uzakta olucam buralardan. Burada olanlardan nihayet uzaklaşmış olucam. Gittim dicem. Orda değilim dicem burada kalanlara. Ve hiç özlemicem. Özleyemicem ki istesem bile… çünkü artık üzülemiyorum istesem bile. Ağlayamıyorum üzülsem bile. İstesem bile sinirlenemiyorum.
Yontuluyoruz. Derinden derinden…
Farkında olmadan soğuyoruz… donmak üzere.
Duramıyoruz da. Durduramıyoruz da…
Hiç anlamadan hisler kayboluyor.
Bir gün varken, diğer gün yok oluyor.
İzin yok uzun zamanlara.
Tadını çıkartmaya.
Neyse ki… elden gidenin arkasından yas tutacak yerlerde körelmiş.
Bazen şöyle bir bakıyorum da…
Paramparça ortalık. Darmaduman. Korkunç bir görüntü. Enkaz gibi.
Aralarından gözlerimle seçmeye çalışıyorum. Seçsem de düzeltsem. Şöyle ellerimle okşasam iyileştirsem. Özel ilgi göstersem. Ama yok seçemiyorum. O kadar çok ki. Ve o kadar karışık. Öylece seyrediyorum mükemmel manzaramı.
Yangın sonrası kokuyor ortalık. Duman kalmamış, küller soğuk.
Hemen sönüyor çünkü artık.
Bir anda yok edebiliyor da. Hızlı dinmesi alıp götürdüklerini azaltmıyor tabii.
Yalnızca çabucak oluyor her şey.
Narkoz da gibi.
Güzel ama.
Güzel ama bir yandan garip.
Garip ama bir yandan rahatlatıcı.
Rahatlatırken düşündürücü.
Düşünürken, uzaklaştıran.
Uzaklaşırken özlenemeyen gibi.
Özlemek istemediklerim gibi.
Bir yandan güzel, bir yandan gitsinler…
Şöyle bir bakıyorum da. Geçiyor. İşe mi yarıyor nedir? Önceki yaşananlar bu son yaşananları güzelce hafifletiyor. Önceki yaşananlardan sonra yaşadıklarımın değiştirmedikleri, şimdi değiştiremeyeceklerime üzülmememi öğretmiş.
Bakıyorum öyle. Seyrediyorum…
Güzel, parça parça manzaramı.
Hangisini alsam da ellerimin arasına sevsem okşasam iyileştirsem diye bakıyorum.
Ama seçemiyorum.
Hepsi ayrı benim için.
Hepsinin yeri farklı.
Hepsi öyle parça parça güzel.
Hepsi benim…
Benim, hepsi.
Ordan bakıyorlar bana. Ben de diyorum ki onlara.
Elimden gelmez hiçbir şey teker teker.
Birini ellerime aldığım gibi;
Yenisi geliyor derinlerde.
Bir tane olmalı. En derininden belki onu koparıp atsam…
Yorulmasam…
Düşünsem ve üzülmesem.
Özlesem ve uzaklaşmasam.
Uzaklaşmasam, özlemek istesem.
Rahatlasam ve düşünmesem…
Ben bir süre hiçbir şeyi düşünmesem.
Öylece kalsam. Öylece yaşasam.
Öylece yaşasalar…
bir hikaye ekleniyor
Parçalar birleşiyor. O kadar kopuklarmış ki anlayamayışıma pek şaşmıyorum. Başka bir dünya daha gördüm. Aslında çok uzun zamandır var olan. O dünyaya kapısından baktım. İçeriye adımımı atıp atmadığımdan emin değilim. Her yeni başıma gelende olduğum halimdendim. Bir tavrım var istemsiz takındığım. Gözlerim, anlamak istediğini çok açık belli ediyordu. Biraz korkutucuydum belki. İnsanların ortada olanı görüş alanımdan nasıl beceriksizce kaçırışını şimdi görebiliyorum. Çok garip gördüğün ama algılayamadığın, bir şeyi bir zaman sonra gözünün önünde tekrar canlandığında algılayabilmek.
Oradan buradan eksikler yağıyor. Hep bir sorgulama halindeydim. Kafamın için yüzlerce soru dolaşıyordu. Her şeyi soru haline getirişlerini anlayamamışım. Bütün o insanlar, mekanlar çok kurnazca hazırlanmış bir oyunun sahnesi sanki. Başla dedikleri an, oyunlardan çok uzak kalmış hayatımdan atlamıştım tam orta yerine. Doğaldı davranışlarım, ama doğal olan tek şey bendim. Bu zorlaştırdı. Çünkü ben; doğama aykırıyım onların doğallarında bir yabancıyım sanmıştım. Yabancılığı yarattıklarını anlayamıyordum, parçalar etrafta saçılmışken. Bir sökükten çıkmış iplik parçasını yakaladım. Gerisi saçıldı önüme. Takılarak da olsa geldim sonucuna.
Sonuç kötü. Kirli. Bozulmuş bir boyut. “Farklı dünyaların insanları” bir eski türk filmi repliği benim hayatımın içerisinde ne kadar doğru bir saptama oldu. Filmlerde ki gibi bir son imkansız. Bu lafın söylendiği yerde gelecek görülmez. Yaşanamaz. Bu söz bir yakarış olamaz, tartışma konusu değildir. Açıklamalarda yer alamaz. Yalnızca bitiş olabilir. Bitirilmesi gereken yerdir. Bu düşünceyle farklı dünyaları kaynaştırmaya çalışırken geçirdiğim süre uzun oldu. Kopma noktası yaşadım. Yaşamak istemezdim. “Fark” nedir, nasıl büyük bir etkidir. Ne kadar imkansızdır o zaman anladım. Anlamam gerekenden çok zaman sonra. Sadece düşünebildiklerimle karar vermem gereken zamandan hayli uzak. Yaşananlarla görmek daha kesin bir sonuç olsa da; iç açıcı değil.
Bütün sorularımın cevaplarını aldım. O yüzden iyiyim. İlk defa iyiyim. İlk defa görüşüm bu kadar açık. Hiçbir söz duymadım bitişin üstüne. Çok defa yaşadım bunu. Her insanın hayatından, bir çok insan geçer olmuş. Herkesin birden fazla hikayesi var artık, birden fazla insanla. Benim birden fazla yaşadığımıysa, kimseden duymadım henüz. Hepsi için kafam doldu. Unutabilmemin sebebi yalnızca düğümleri yutabilmemdi. Çözülmemiş, onlarca düğüm boğazımdan aşağıya inmek zorunda kaldı. Uzun sessizlikler yaşadım. Sonucu yine sessizlik olan. Bu kez uzun sessizlikleri düşünmeden bitti. Bu kez de aynısından yaşamaya hazırlamışken kendimi, daha en başından. Olmadı. Çünkü netleşti kafam. Birleşti parçalar; görünen o ki buydu yaşanan. Bundan ibaret olacaktı. Devamı hiç yoktu ki zaten. Gelecek hiç yoktu. Hiç düşünülmemişti ki. Belki; başı ve sonu geçirilen zaman boyunca bir kez sorulsaydı, yalanlar olacaktı. İlerisi varmış gibi cümleler dökülecekti dilimizden. Sorulmadı, hiç konuşulmadı, çünkü çok derinlerde bir yerlerdeydi. Kendin bile bilemezsin böyle şeyleri. O kadar içerde, ve aslında o kadar kesindir.
Ama o parçalar… gizlenen parçalar. Görmemem gerekirdi zaten evet. Ama görebilirdim. Görmememi sağlamak için çabalıyorlardı. Farkında bile değillerdi belki, ama hepimiz o oyundaydık. Görüntüler var şimdi. Daha önceden seslerini duymadığım. Şimdi her biri net. Sesler var, kime aitti anlamadığım. Şimdi karşımda konuşuyorlar. Hissettiklerim bile, kafamdan geçenler bile, kelimeler eksikmiş. Şimdi tamam. Tamam her şey. Bittik biz. Ben yoruldum çok. Üzüldüm de, çünkü kötü bir şeydi yapılan. Ama önemli değil artık. Uzun zaman çekeceğimi sandığım o öldüren bilinmezlik yok. Tamamım şuan. Bir kez daha, birden fazla yaşadığım bu yanlışlık, yine bir hoşça kala bitiyor. Yeniden başa alınıyor hayat. Siliniyor geleceğe eklenmişlerden her şeyin sahibi, kırıntıları bile. Geçmişe yaşanan biten bir hikaye ekleniyor. Başı iki kişiyle başlayan. Sonucunu yazan, çizen, oynayan, ben.
saçlarım yanık kokuyor
Saçlarımı siktirettim. Ben yanık kokuyorum. Bu kadar zarar görmemem gerekirdi. Ben bu kadar zarar veremem. Deşip atamam insanları, nasıl becerdiklerini bilmiyorum. Yok, en iyi ben biliyorum. Nasıl yapabildiklerine akıl sır erdirmekten hayli uzağım. Yine orda burda parçalarım. Kaldılar mı? Dönerler mi? Hayır. Tek tek de bir işe yaramaz onlar. Artık bir dursalar diye yalvarır oldum. Her yükseliş üç metre, her düşüş yüz metre oluyor. Düştüğüm yeri de sevsem bişi değil.
- Bildim kendimi.
Çok erken yaştı benim için yaşadıklarıma küfrediyim.. erken oldu. Ben bildim, bildikçe geldiler. Dururlar sandım bir ara. Durmuşlardı da belki. Ama yok sanırım kendi ellerimle bok ettim her şeyi. Yaşasan ne olur.. sahte biraz. Uydurmaca. Fazlaca yalan. Ama dışardan o kadar gerçek ki.. kimse yaklaşamaz olmuştu. E kırılmıyordum da. Bütün yanıklarım iyileşmişlerdi de? Çabamla tekrar izin verdim. Öyle bir yere doğru gidiyorum ki; inancım iyiliğe olan (yok), olacaklara olan korkum (var), sapıkça cesaretim (çok). “Tam” birşeyler lazım. Tamamlanabilmiş bir insan lazım. Eksikleriyle ağzıma sıçamıcak. Yanımda yarım kalmadan, yarısını ben doldurmadan, gitmemek için gelicek birileri. Durak oldum. Küfür ediyorum durmaksızın. İnsanların durağı. Hayır. Ben duruyorum! geçip gidiniz, beklediğiniz dakikalarda ayakta dursanız yine kabulüm. Ama hiç gitmicekmiş gibi oturup, ilk otobüsün peşine koşmayınız. Kötü oluyorum. Çok kötü. Yanlışlarınızı, eksiklerinizi, yalan ve pis yerlerinizi üstüme atmayın. Artık çöpten görünmüyorum. Görünmeye çabalarken batıyorum ulan. Ezildim, morlar yeşile döndü. Çirkinim. Bakılmaz, dokunulmaz, sevilemez haldeyim.
Üzülmeyi geçerken, pişmanlıklarda takılıyorum. Tam geçicem, umutlar geliyor… Hiç bir günde iki umut varedip üstüne yokettiniz mi? Ben yaptım. Çok çirkin. Üstüste kaç defa olur sandınız? Ve en sonuncusu kaçıncısı? Benim sonuncusu gelemiyor. Sanılıyor yine. Ben sanmasam birileri sanıyor. Olcak sanıp yanılmacalar oyunu. (kabusu daha çok) Bitmiyor gerçekten de.. gerçekten de çok alıyorlar. En ufağı, en büyüğü. İstemediklerimin oluşuyla, çiğneyip yutuyorum istediklerimi. Kusuyorum sonra, diğer kalanlarla. Tabii aç kalınmıyor. Kalırım, bırakmıyorlar. Hastalanıp ölürmüşüm. Yarı ölü yarı diri halime tercih edemem ölmüş halimi.
E tabi bu gidişin bir duruşu olucak. Bu durak herhalde yıkılır, altında kalıcak olanlara bakamıcam. Onlara hiç üzülemicem. Gidiceğinizi bilin. Ona göre davranın. Ben insanım siz olmayabilirsiniz. Ama yapcak bişey yok..
Kaybedicekler oluşurken kaybolduğu için. Hatta asıl sorun bu olduğu için. Kaybedicek bir şeyimin olmamasını diliyorum. Hoş bir dilek olacak.
Her şey, hiç bu kadar kötü olmamıştı. Ondan bu haykırış. Sorun; hiç birşeyim olmuyor. Adım attığım binalar çöküyor. Giyinirken, kıyafetlerim parçalanıyor. Gözümün önünde kül oluyor aynalar. Resimlerim bana bakmıyor. Kitaplara bakamaz oldum. Akıl nerde arıyorum ama, istediğim yere ‘bak’ dediğimde bakmayan gözlerim varken. Aklıma söz geçirmek pek bir boş davranış olur. Zaten şu an nedir diyorum. Ne olur? Yok yalnızca ben varım bu isteğin içinde. Kesicem kan akıcak ya da beklicem zaman geçicek. Bekleyince geçmediğini biliyorum. Laf olsun, dolsun buralar dedim işte.
- Beklemek.
Beklemelerim bile beni terk ediyor. Biliyor musun? Bir gün bunların arkasından ağlıcamı söyleseler dalardım.. ama azaldılar. Onlar bile iyiymiş.. ama artk bir gün ya da bir kaç saate indiler. Geldiği gibi hoop aynı yönde gidenler. Nasıl da hızlı. Şaşıramaz haldeyim. Donuk bakıyorum. “Noluyor lan!” çığlığım; “Bir durun allahaşkına!” haykrışımla karışıyor. Karışıyorum, ayrışamıcağım bir düğüme rasgelicem ki, kesicekler beni. Anca öyle. Yapışan parmaklar gibi. Kopup gidicem buralardan sonra.. dönüp, dönmiceğimi düşünücek insanlara şuan ki halimle üzülüyorum ama dönüşüceğim insanın ağlamaktan duyuları şaşıcak, aklını vericek bir bekleyene. Duraktan otobüse binip giden aklına, sakladığı son küfürleri edicek. Bir de su dökücek selametle. Sen yoluna, ben yoluma.
Yaşatmaz olduk, anılarımızla, yaşadığımız tüm boktan (yoktan) lıklar, ve ‘’yaşadıkları’’ her şeyle. Yaşatmaz olduk birbirimizi. Gelen gidiyor da.. giden bıraktıklarını toplasa da gitse. Böyle mi olucaktım? Öyle olsa, aklımı otobüse bindirip yollamak istermiydim hiç. Bu kadar küfredermiydim. Yanık kokuyorum. Ve artık burnum acıdı. Yandı gözlerim. Birşey değil, belli oluyor. Tütüyorum baca gibi. Alev alev.. helikopterler, su boşaltsınlar üstüme. Serin soğuk. Uzun sürsün.. sönerim ben sonunda. Bayılıyım, mayışıyım, yastık-yorgan, biri saçımlar oynarken, uyur giderim. Hiç konuşmam. Söz veriyorum. Yeter ki helikopterler...